25 Şubat 2019

AK Parti  vizyonu ile çelişen tohumculuk yasası

Avrupa Birliği uyum yasaları için, 31 Ekim 2004'de TBMM'de kabul edilen, 8 Kasım 2006'da yürürlüğe giren 5553 sayılı tohumculuk kanunu; sertifikalı olmayan yerel tohumların satışına yasaklama getirmişti.

Yıl 2016 olduğunda, hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş ve dönemin Tarım Bakanı Faruk Çelik üreticilere ürkütücü haberi veriyordu. 2018 yılında sertifikalı(hibrit) tohumları desteklemeyi, sertifikalı olmayan atalık yani doğal tohumların ise desteklenmeyeceğini açıklıyordu.

Yıl 2019 olunca ilk  çeyrek içinde sebze fiyatları akıl almaz biçimde pazarlarda yükseldi. Hükümet buna karşı seçim arefesinde olası oy kaymalarına karşı, tanzim seyyar satışlarla cevap verdi. Buna karşılık fiyatları neredeyse yarı  yayıya indirdi. Ancak ithalat kapıları açılarak bu destek sağlanmıştı.

AK Parti'nin ikinci yılında Avrupa uyum yasaları adı altında meclisten geçirdiği tohumculuk yasası hangi demokrasi, insan hakları kriteri gösterilerek yasalaştırılmıştı?

Bu yasanın tarihi işleyiş sürecine baktığımızda yapılan düzenlemeler; tohumların sertifikalandırması, yani çifçinin elinden doğal olan tohumların alınma sürecinin başladığını görüyoruz. 2004 de yasalaşıp 2 yıl sonra yürrülüğe giren bu yasa neden iki yıl bekletilmişti?

Yürürlüğe girdikten sonra 2018 yılında Tarım Bakanı Faruk Çelik; doğal olan/atalık tohumların üretim ticaretini desteklemeyeceklerini, bu yasa çerçevesinde hibrit tohum olan sertifikalı tohumları destekleyeceklerini ifade ediyordu.

Bu süreçlerin aşama aşama gerçekleşmesi, bir anda uygulanmaması, TBMM hafızasının seçimlerle değişmesi ilede ilişkilidir. Yeni seçilenler, önlerine gelen ne olursa olsun, el kaldırılması söylendi ise el kaldıracaktı. Bu, küresel finansın siyasi engelleri gözetirken takip ettiği bir yöntemdi.

Peki bunlar yapılırken itiraz edenler  olmadı mı? Elbette oldu ama bu iş çok cılız kaldı. Ziraat Odası Mühendisler başkanı sertifikalı tohumların dezavantajlarının da olduğu, tektip tohumların kullanılması biyoçeşitliliğin azalması tarımda hastalık ve zararlıların artmasına, tarım ilaçlarının daha çok kullanılmasına neden olacaktır diyor. Hibrit tohumların desteklenip doğal tohumların desteklenmemesinin de hem insan hem çevre açısından önemli bir sorun oluşturacağını ifade ediyor.

Şimdi bugün gelinen bir süreç var. Bakıyoruz bu süreç taktim edilirken öyle  kavramlar  kullanılıyor ki, daha baştan itiraz edeceksenizde isminden dolayı itiraz etmekten vazgeçiyorsunuz.

Çünkü adı Milli Tarım projesi...

Bu proje Sayın Binali Yıldırımın başbakanlığı döneminde Faruk Çelik, sertifikalı(hibrit) tohum kullanmayanın destek alamayacağını açıklamasıyla başlamıştı.

Sayın Binali Yıldırım, Milli Tarım projesinin tarımsal üretimi canlandırmayı hedeflediğini söylemişti. Yani amaç gaye, ithalatı kısıcı, çiftçiyi kalkındırıcı,  çok  üretimden ötürü fiyatları düşürücü bir tarım stratejisi olarak taktim edilmişti. Adı da Milli Tarımdı...

Oysa bu yasanın özü AB uyum yasaları çerçevesinde çıkartılmıştı. 2006'da çıkartılan tohumculuk yasası bugün tarım sektörünü dışa bağımlı hale getiriyor.

Peki sertifikalı tohum ne demek?

Gıda, Tarım ve hayvancılık denetiminde ıslah edilmiş tohumlara verilen isim. GDO'lu tohumlardan ayrı tutulan bu tohumlara hibrit tohumda deniyor.  Hibrit tohum; aynı türe ait bitkinin genetik bakımından kendisi ile yakın akraba olmayan bir başka bitki ile tozlanması ile elde ediliyor. Aynı bitki türünün farklı ailelerinden gelen ana ve baba bitkileri birleştirmek şeklinde tanımlanıyor. Oysa Genetiği Değiştirilmiş Organizma yaratılışa müdahale etmekti. Doğal olanı bozmakdı. Islah değil tam bir ekini ifsad etmekti.

Hibrit tohumu ektiğinizde tohumu bir kere ekebiliyor, bir sonraki yıl, sertifika ile tohumları eline geçirmiş şirketlerden tohum satın almak zorunda kalıyorsunuz. Bu güne kadar çiftçi kendi tohumunu doğal ve organik üretirken; hibrit tohumla, artık her yıl ıslah adına genetiği bozularak verimsizleştirilen, ve insan sağlığı açısından bir çok sağlık sorunlarınada sebebiyet verbilecek  tohumlar şirketlerin elinde ticari bir meta olarak kullanılır hale geldi.

Çiftçi bağımlı hale getirildi. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Özden Güngör; tohum pazarının %70'İ yanancıların eline geçti diyor. Ülkemizde kullanılan tohumların önemli kısmı yabancıların elindedir. Örneğin mısırda %95, pamukta%80, soyada %80, sebzede %75, pateteste % 95, ayçiçeğinde % 82, buğdayda%5 oranında yabancı  menşeili  tohum kullanılmaktadır.

Türk çiftçisi için bu bir faciadır. Bunun hiç bir millilik tarafı yoktur. 1980'den beri uygulanan ortodoks ekonomi  politikaları küresel finans şirketlerinin lehine işlemiştir. Tarım alanında da geldiğimiz sonuç burasıdır.

Hibrit tohumlar, hibrit  insanları üretiyor. Toprağa ektiğiniz neyse, yediğinizde odur. Yediğiniz neyse sizde o sunuz.

Şimdi sorularımızı soralım;

Hangi milli tarımdan söz ediliyor ?

Daha  önce ıslah kelimesi ile ifsad  edilmeden doğal bir halde olan tohumlar; İslah edilmek üzere(hibrit hale dönüştürmek)  sertifikalandırılmış tohumların,  siz  nesini ıslah ediyorsunuz?

Biz islahçılarız diyerek tohumda bozgunçuluk mu yapıyorsunuz?

Dünya tohum ticaretini elinde tutan yahudi şirketlerinin gelşitirdiği hibrit tohumları çiftçinin kullanması için neden kanunlar çıkartıyorsunuz?

Binlerce yıldır insanlığı besleyen atalık doğal tohumları, islah çalışması adı altında sertifikalandırarak belli bir tekel oluşmasına devlet eli ile katkı mı sunuyorsunuz?

Tohumun ithalatı yüksek olması,  içeride yapılan yasal düzenlemelerle hibrit tohumların ithalatının da arttığını görüyoruz. Bununla beraber 2006 Tohumculuk yasasından sonra hibrit tohum 370 bin 748 ton iken  2017'ye geldiğimizde 1 milyon 49 bin 336 tona ulaşmıştır. Tabi bu doğal atalık tohumu olmayıp , 832 adet sertifikalı tohum üreticisi üzerinden yapılıyor.

Doğal atalık tohumların üretimine ticaretine destek ve yasaklar getirildiği için hibrit tohum üretimine 2002'deki 145 bin sertifikalı tohum 1 milyon 49 bine ulaştırıldı. 2017 yılında 40 bin ton hibrit tohum ithal edilmişti.

Eski Tarım bakanı Fakibaba 1.5 milyon çiftçiye 1 milyar hibrit tohum olarak destek verdiğini de ifade etmişti.

Bu tohumlar şimdi çifçinin toprağına düştüğünden beri; tohumlar kısır, topraklar kısır, onlarla beslenen insanlarda kısırlaşıyor.

Milleti besleyen köylü, artık topraklarında değil milleti, kendisini besleyecek doğal tohumları ekemiyor.

Kullanılan ilaçlı gübrelerle topraklar zehirleniyor. Bu sertifikalı tohum meselesi, tohumluk üretiminde özel sektörün eline geçmiş. Örneğin buğday üretiminde 1995 de özel sektörün payı % 3 iken bu 2015 de % 64'e ulaşmıştır. Tarımda diğer  ürünlerde de bu paralellikle  özel sektörün tarımdaki hakimiyetini görüyoruz.

Peki biz özel sektörün bu yükselen payına itiraz neden ediyoruz?

Biz üretim faktörlerinde olduğu gibi , tarımdada  üretimin tekelleşmesinin karşısındayız. Özel sektör 830 şirketle 82 milyonu tohumları kontrol ederek besleyemez. Bizim kaygımız bu şirketler küresel finansın iç uzantılı şirket evlilikleri ile ele geçirilerek, gida terörünün aktif oyuncusu olmasıdır. Tohum Sanayi Üreticileri Alt Birliği (TSÜAB) 2008 yılında kurulurken , endişe ettiğimiz küresel finansın tarım şirketlerinden ne kadar konunabildi, korunabiliyor ?

Yabancıların şu anda hibrit tohum sertifikalarına ne kadar sahipler? Tohumlarla ilgili dünyanın her yerinde tarımı işgal etmek ve tohumları kontrol etmek için uyguladıkları strateji: önce o ülkenin yasal zeminlerini  oluşturmaktır. Bunları milli kavramların gölgesinde  yasalaştırırken, özel şirketlere  yol açacak şekilde  sözde serbes piyasa ekonomisi  gereği  uygulamaya sokarlar.

 Tohumları kontrol altına sertifika ile alırken,  yetersizlik yalanı ile  doğal  tohumların yaradılışlarına müdahale ederek, tohumları kısırlaştırırlar. Çiftçinin almaya mahkum edildiği bu tohumlar artık bir kez ürün verir ve her yıl bu tohumlar satın alınmak zorunda kalınır.  Bu süreçte toprak zehirleyen doğal olmayan ilaçlar  da küresel devletleşmiş şirketlerin tekelinde çiftçiye kullandırılır. Bizde   o ilaçları hibrit tohumlarla ürünleri tüketerek bünyemize alır, her çeşit hastalığa hazır hale geliriz. Sonra tarladan başlayan sömürü; hastane ve ilaç ile devam eder. Küresel devletleşmiş şirketler bu alanlarda da işgallerini şirket evlilikleri ile yaparak egemenliklerini sürdürürler.

 

Ama bunu kamuoyuna takdim ederken, aklı ikna etmek için en olumlu cümleler kurulur. Milli Tarım gibi...

Şimdi geldiğimiz tanzim satışlarını bu süreçten soyutlamak mümkün mü?

Selam ve dua ile...